4 Ocak 2014 Cumartesi

Erenköy





KIBRISLI TÜRKLERİN ÇANAKKALE DESTANI:
ERENKÖY DİRENİŞİ




Erenköy, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) batı bölgesinde yer alan küçük, ama şirin bir kasabadır. Ancak Erenköy bölgesinin, KKTC topraklarıyla doğrudan bir kara bağlantısı yoktur. Bunun sebebi, Erenköy bölgesinin üç bir yanının Rum bölgesiyle, kuzey bölgesinin ise denizle çevrili olmasından kaynaklanmaktadır. 



Erenköy’ün halkının kahir ekseriyeti Türklerden oluşmaktadır. Ancak şimdilerde sivil yerleşime açık bir bölge değildir. Bugün itibarıyla burada, KKTC’nin sadece askerî birlikleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra bölgede, şehit olan 13 askerin kabri de bulunduğundan her sene anma töreni yapılmaktadır.


            Aslında Erenköy, Kıbrıs Türk mücadele tarihinde yaşadığı acılı günlerle ve gösterdiği direniş ile adını duyurmuş bir bölgedir. Bu yüzden Erenköy’de yaşanan hadiseler, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de yaşanan hadiselerin küçük bir yansıması olarak da değerlendirmektedir. 


Çanakkale Savaşı’nın, Anadolu’nun yabancı işgalinden kurtularak modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yeri ve önemi ne ise Erenköy Direnişi’nin de Kıbrıs Türk halkının 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtı’na ulaşmasında ve KKTC’nin kuruluşunda yeri ve önemi aynıdır.



Her şeyden önce Erenköy, Kıbrıslı Türklerin Anadolu’dan silah getirdiği en önemli limanlardan birisidir. Zira bölge, Kıbrıslı Türklerin denize sahili olan birkaç sayılı kasabasından biridir. Bu nedenle bir mermi taşımanın bile idam cezasıyla cezalandırıldığı İngiliz döneminde 4.5 metrelik boyundaki sandallarla, Anadolu’dan silah getiren ilk köylülerin Erenköy’den çıkması boşuna değildir. Özellikle Türkiye’den sandallarla gelen silahlar, buradan çeşitli yollarla Lefkoşa’ya ve adanın diğer bölgelerine ulaştırılmışlardır. Dolayısıyla Erenköy’ün, Kıbrıslı Türklerin 1974’e kadar dayanmasında katkısı oldukça büyüktür. 


Kaldı ki Erenköy’de yaşananların, Kıbrıs Türkü ile Anavatan Türkiye’nin bağlantısının kesilmemesinin önemini ve bunun için yapılabilecek fedakârlığın derecesini göstermesi açısından da önemlidir.
Coğrafî olarak bakıldığı zaman Erenköy, birçok Rum köyünün arasında kaldığı görülmektedir. Bu nedenle Rumlar, 25 Aralık 1963 tarihinden itibaren bölgede yığınak yapmaya başlamışlardır. Fakat henüz bir çatışma başlamış değildir. Bu sırada, sayısı 500 civarında olan ve Türkiye’de üniversite öğrencisi olan Kıbrıslı Türk öğrenciler, Nisan 1964’te bölgeye çıkmaya başlamışlardır. Bunun üzerine 25 Nisan 1964 tarihinde Rumlar, saldırıya geçerek çatışmaların başlamasına neden olmuşlardır. Çeşitli aralıklarla devam eden çatışmalar, 2 Ağustos 1964 tarihinde en şiddetli halini almıştır. Bunun üzerine çevredeki diğer Türk köylerinin sakinleri Erenköy’e sığınmak zorunda kalmışlardır. 


3 Temmuz 1964’de Atina’ya giden Grivas, Atina’daki temaslarının tamamladıktan sonra 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş ve Kıbrıs Rum Silahlı Kuvvetleri Genel Karargâhı’ndaki toplantıda Rum Silahlı Kuvvetlerinin son durumu hakkında bilgi almıştır. Silahlı Kuvvetler Başkomutan Muavini Prokos’un Dillirga bölgesindeki askerî yığınak hakkında bilgi vermesinden sonra Grivas, Lorovouno tepesinin ele geçirilmesi için hücuma geçmeye karar vermiştir. Daha sonra Grivas, Alevkaya bölgesinin hemen güneyindeki Lorovouno tepelerinin ele geçirilmesi için Makarios’un onayını istemiştir. Grivas’ın bu talebinden sonra Rum Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağıran Makarios, Bakanlar Kurulu’ndan oybirliği ile ‘Harekâtın yapılması’ kararını almıştır.
Makarios, Bakanlar Kurulu kararını Grivas’a duyururken “Harekâta geçmeden önce Yunan Hükümeti’ne danışılarak Yunan Hükümeti’nin izninin alınması gerektiğini” söylemiş, Grivas da Yunan Dışişleri Bakanı Kostopulos ile görüşüp onayını almadan harekete geçmeyeceğine dair söz vermiştir. Ancak bu sözünü tutmadığı anlaşılan Grivas’ın Dillirga bölgesine saldırı emrini vermesiyle 6 Ağustos 1964 tarihinde Türk-Rum çatışması başlamıştır. 


Bu saldırı sırasında Erenköy bölgesinde bulunan bir avuç Türk mücahidi, oldukça zor şartlar altındadır. Mücahitler arasında, saldırıdan kısa süre önce Ada’ya gizlice çıkan Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş da bulunmaktadır. Sıkıntılı durumu telsizle Ankara’ya bildiren mücahitler, yardım talebinde bulunmuşlardır. Kısa bir süre sonra Türk savaş uçakları bölge üzerinde ihtar uçuşlarına başlamışlardır. İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının devam etmesi üzerine Türk uçakları, Rum askerî birliklerine karşı harekâtı başlatmışlar ve saldırgan Rum kuvvetlerini bozguna uğratılmışlardır.
Bunun üzerine Bakanlar Kurulu’nu toplayan Makarios, yenilginin sorumlusunun Yunanistan’a haber vermeden saldırıya geçen Grivas olduğunu ileri sürmüş ve Sovyetler Birliği’nden yardım istemiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunmakla, üzerine sorumluluk aldığını” belirtmiştir. 


Diğer yandan Yunanistan Savunma Bakanı Garufalyas, saldırının geceleyin de devam etmesini ve muhtemel bir Türk çıkarmasına karşı birliklerin sahildeki yerlerini almasını istemiş, bunun üzerine Grivas tekrar komutanlık karargâhına geçmiştir. 8 Ağustos günü çarpışmaların başlaması üzerine Türk uçakları Rum kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçmişlerdir. Türk jetlerinin müdahalesi sonucu Rumlar saldırıyı durdurmak zorunda kalmışlardır.
Aslında 8 Ağustos günü Rumların topyekûn saldırıya geçmesi sırasında ada Türklerinin ağzını bıçak açmıyordur. Erenköy ha düştü; ha düşecektir. Bölge hem karadan, hem de denizden bombardıman altındadır. Türk mevzilerini ve direniş ruhunu, denizden hücumbotlar, karadan da tanklar dövmektedir. Bu yüzden Lefkoşa’da olduğu gibi, adanın diğer bölgelerinde moraller bozuktur.
Etrafı kuşatılmış, aileleriyle bağlantısı kesilmiş, sarp ve dağlık bir bölgede, öğrenci mücahitlerle köylü halk, hep birlikte savaşmak zorunda kalmışlardır. Silah altındaki öğrenci mücahitlerin pek çoğu tetiğine sarıldığı silahları tanımamaktadırlar. Çünkü onların hiç biri profesyonel asker değildirler. Aslında onların büyük bir kısmı, 2-3 haftalık atış eğitimiyle silah kusanmış, vatan sevgisiyle dolu Çanakkale şehitlerinin torunlarıdırlar. Kaldı ki onlar, doğru düzgün ve planlı bir askerî organizasyona da tâbi değildirler. Hatta komuta merkezleri bile yoktur. Ta ki TMT’nin efsanevi Bayraktarı Ali Rıza Vuruşkan gelene kadar...


 

Ancak bu süre zarfında kimileri şehit olmuş, kimileri yaşamı tanımadan yanı başında silah arkadaşlarının ölümüne şahit olmuşlar, çoğunluğu savaşın bitmesine karşın bölgeden çıkamadığı için 2 yıl gibi bir süre daha bölgede açık hapishanede yaşamak zorunda kalmışlardır. Bir kısmı yıllarca travma ve hastalıklarla boğuşmuş; hastalıktan hayatını kaybedenler olmuştur.
Aslında bu dönemde gözler, Anavatan Türkiye’ye çevrilmiştir; ancak ne gelen vardır, ne de giden vardır. Üniversite gençliği ve köy halkı, silah ve sayı bakımından kat be kat üstün Rum kuvvetleri karşısında ayakta kalabilmek için ne gerekirse yapmaya çalışmaktadırlar.
Rum Milli Muhafız Ordusu ve Yunan birliklerinin son hücumundan önce, “Türkleri denize nasıl dökeceğimizi gelin, siz de görün” diyerek, bölgedeki Rum köyleri otobüslerle Erenköy civarına nakledilmişlerdir.

O günlerde Cumhurbaşkanı Muavini merhum Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşları da derin bir kaygı içerisindedirler. Ankara’ya durum anlatılmış ve müdahalenin kaçınılmaz olduğu ifade edilmiştir. Ancak anlaşılmaz bir sessizlik vardır.
Hâl böyle olunca 8 Ağustos günün öğleden sonraki bir vaktinde iki Türk uçağı uyarı uçuşu yapmak zorunda kalmıştır. Ancak Rumlar, buna rağmen ilerlemeye başlamışlardır. Kıbrıslı Türkler ise buna karşı gelerek direnmeye devam etmişlerdir. 9 Ağustos günü 64 Türk uçağının müdahalesiyle çatışmalar sona ermiş ve Rumlar geri çekilmek zorunda kalmışlardır. 10 Ağustos günü ise ateşkes imzalanarak çatışmalar sona ermiştir.

Harekâtın tamamlanmasından sonra Erenköy sahillerine yanaşan bir Türk gemisi, bölgedeki yaralılarla birlikte, 1 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy’e gizlice çıkan Denktaş’ı Türkiye’ye getirmiştir.
Erenköy savaşının başlarında, “Türkiye müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. Ancak Erenköy saldırısında sırasında Rumlar 53 ölü, 125 yaralı verirken; Türklerin kaybı 18 şehit, 4 kayıp ve 32 yaralı olmuştur.
Erenköy çarpışmalarından sonra Kıbrıslı Türklere ekonomik abluka uygulayan Makarios, stratejik madde olduğunu ileri sürdüğü çimento, demir, çivi, kereste, benzin, ayakkabı bağı gibi maddelerin Türk bölgelerine girişini yasaklamıştır. Bununla da yetinmeyerek, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın görev değişikliğine de engel olacağını belirtmiştir. Ancak Türkiye’nin Eylül ayında kuvvet kullanarak Kıbrıslı Türklerin ihtiyaç duyduğu maddeleri Ada’ya taşıyacağını açıklamasından sonra Makarios, yardım malzemelerinin Türk bölgesine ulaşmasına göz yummak zorunda kalmıştır.



Aslında Erenköy’de yaşananlar, film platosundan çıkmış bir sahne gibidir. Bu yüzden tarih kitaplarında ifade edildiği gibi ‘Erenköy Destanı’ demek hiç de yanlış olmayacaktır. Ancak insanî boyutuyla ele alınmayan, birkaç nesil dışında genç kuşaklarca bilinmeyen bu dram, layığı veçhile ele alınmış değildir.
Buna rağmen her yıl 8 Ağustos’ta sabahın ilk saatlerinde otobüslere dolan Erenköy ve çevre köy sakinleri, Kuzey’de yaşadıkları Yeni Erenköy’den yola çıkarak, bir zamanlar kendilerine kucak açan Erenköy’ün havasını yeniden solumak, kendine özgü kekik bitkisini toplamak için Erenköylülerle birlikte yola koyulmaktadırlar. Erenköy Mücahitleri de uğruna kan döktükleri vatan toprağına yeniden ayak basmak, eski anılarını tazelemek için otobüs kervanına katılmaktadırlar. Dolayısıyla binlerce kişi, her yıl Erenköy Direnişi’ni anmak için Erenköy’e gitmektedirler.
Bununla ilgili olarak Erenköy mücahidi Hüseyin Laptalı, şu dizeleri kaleme almıştır:
Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan sağolsun!
O da taktı miğferi başına.
Yürüdü cepheye vardı.
Savaşacak, savaşacak, savaşacaktı.
Onun da vardı tek kurşunu saklı.
O öğretmişti bizlere bu aklı.
Ben gibi, arkadaşlarım gibi…
O da beynine sıkacaktı.
Kararlıydı asla teslim olmayacaktı.
Geldiler ve kurtulduk”.

Aslında Erenköy’de yaşananları tarif etmek oldukça zordur. Ancak İngiliz gazetesinde bununla ilgi çıkan bir haber meseleyi özetlemesi açısından yeterlidir: “Bu bir savaş değildir; bu Yunanistan ve Makarios’un üniversite öğrencilerine karşı uyguladığı katliamdan başka bir şey değildir.” 

Bu yüzden Erenköy mücahitleri ve halkı için 8 Ağustos günü, yeniden doğuşun tarihidir. Bir başka deyişle Türkiye sayesinde yeniden yaşama kavuştukları gününün belgesidir.
Pek tabiî ki o gün, Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının düşürüldüğü ve hastanede katledildiği günün de tarihidir. Kısacası 8 Ağustos, denize dökülmek istenen Erenköylülerin, ölüme meydan okuduğu günün tarihidir. Bu nedenle o günden bu yana 8 Ağustoslar bir bayram havasında kutlanmaktadır. Ancak toprağa verilen şehitlerimiz anıldığında, insanın içini buruk bir hüzün de kaplamıyor değildir.
            Unutmamak gerekir ki Erenköy, on sekizi 1964’te, üçü de 1974 yılında olmak üzere toplam yirmi bir kişi şehit verildiği vatan toprağıdır. Dolayısıyla Erenköy Direnişi, Kıbrıs Türkü’nün özveriyle ortaya koyduğu mukavemetin adı ve taçlandırılmış ruhudur. Bu yönü ile Erenköy Direnişi, Kıbrıs Türk halkının 1878 yılında adanın İngilizlere verilmesiyle birlikte ortaya çıkan mücadelenin en kritik dönemeçlerinden birisidir.



Bu yüzden Erenköy Direnişi, başlı başına bir destan, bir kahramanlık timsalidir. Erenköy, adeta Kıbrıs Türkü’nün var oluş mücadelesinde bir kilometre taşıdır. Bir başka deyişle yaşamla, ölüm arasında bir ince çizgi gibidir. Ayrıca Türkiye’nin gerektiğinde Kıbrıs Türk halkının yok oluşuna seyirci kalmayacağını ve müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacağını göstergesi açısından da bir nişanedir. Hâl böyle olunca KKTC’ye ait Kıbrıs’ın batı ucundaki bu toprak parçasında bugün Türk ve KKTC bayrağı dalgalanıyorsa, bunun önemi ve anlamı büyüktür. 

Misal olarak ailesi ve 4 çocuğu ile helalleşip, Erenköy’de cepheye koşan ve Erenköy kuşatmasında denizden Türk mevzilerini top ateşine tutan Rum hücumbotunu havanla tek başına püskürten Seyit Onbaşı gibi Londralı Fuat Efendi de bu kahramanlardan sadece bir tanesidir. Kimse onlara vatan müdafaası için çarpışın dememiştir. Aksine 15.000 Yunan askeri ile takviye edilmiş Rum Milli Muhafız Ordusu ve EOKA milis kuvvetlerinin kuşatması ve katliam korkusu altında yaşayan anne ve babalarının, ailelerinin bu çıkarmadan haberi bile yoktur.


Kıbrıs Türkünün hayatı, özgürlüğü, bağımsızlığı ve egemenliği için öğrenimlerini ve Kıbrıs dışındaki güvenli kariyerlerini bir kenara iten; sadece en güzel yıllarını değil, canlarını vatan müdafaasında kahramanca ortaya koyan Kıbrıs Türkünün inançlı, imanlı ve vatan sevgisiyle dolu genç insanları, size ebediyen minnettardır!
Bugün, pek çoğunun saçına ak düşmüş bu kahramanlarımızı, en içten takdir duygularımızla yeniden selamlamak, şehit düşenlerin aziz hatırası önünde eğilmek, ebediyette intikal edenleri rahmet, saygı ve şükranla anmak bizlerin boyunun borcudur.
Ruhunuz şad olsun; özgürlüğümüz bâki olsun!

 Fotoğraflar : Yüksel Şipka
 Metin         : Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK

                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder